Besteciler.org 2006-2016
Anasayfa arrow Şairler & Şiirleri arrow Yusuf Hayaloğlu 1  
Perşembe, 18 Nisan 2024
Anasayfa
AdanZye
Besteciler
Söz Yazarları
Amatör Söz Yazarları
Bestelenmiş Sözler
Video Paylaşım
Şairler & Şiirleri
Yılmaz Tatlıses
Erdal Erdoğan
Site İçi Arama
Super.Besteciler.org
Besteciler 2017
besteciler6

bestecilerlogo01.jpg

Yusuf Hayaloğlu 1 PDF Yazdır E-posta
Yazar Administrator   
Cuma, 08 Haziran 2007

Sample Image

ADI BAHTİYAR

Söz : Yusuf Hayaloğlu
Müzik : Ahmet Kaya

Geçiyor önümden sirenler içinde
Ah eller üstünde, çiçekler içinde
Dudağında yarım bir sevdanın hüznü
Aslan gibi göğsü, türküler içinde

Rastlardım avluda hep volta atarken
Cigara içerken yahut coplanırken
Kimseyle konuşmaz dal gibi titrerdi
Çocukça sevdiği çiçeği sularken

Diyarbakırlıymış, adı Bahtiyar
Suçu saz çalmakmış öğrendiğim kadar
Geçiyor önümden gül güzlü Bahtiyar
Yaraldığım yerde kalan sazı kadar.

Beni tez saldılar o kaldı içerde
Çok sonra duydum ki Yozgat' ta sürgünde
Ne yapsa ne etse üstüne gitmişler
Mavi gökyüzünü ona dar etmişler.

Gazete de çıktı üç satır yazıyla
Uzamış sakalı çatlamış sazıyla
Birileri ona, ölmedin, diyordu
Ölüm yanında hüzünle gülüyordu.

Diyarbakırlıymış, adı Bahtiyar
Suçu saz çalmakmış öğrendiğim kadar
Geçiyor önümden gül güzlü Bahtiyar
Yaraladığım yerde kalan sazı kadar.



ADI YILMAZ

Söz : Yusuf Hayaloğlu
Müzik : Ahmet Kaya

Dalyan gibi bir çocuktu
Benim gözümde küçüktü
Küstü de dağlara çıktı
İner mi inmez mi bilmem

Şimdi dağların tozudur
Belki isyanın sazıdır
Halen kalbimde sızıdır
Diner mi dinmez mi bilmem

Adı Yılmaz kendi Yılmaz
Makamı yok dem tutulmaz
Dağlara soru sorulmaz
Döner mi dönmez mi bilmem

Mavi gözleri boncuktur
Ölüm korkusu şuncuktur
Azrail atı kancıktır
Biner mi binmez mi bilmem

Parkasına kar yağmıştır
Bir kenarda ağlamıştır
Belki elleri yanmıştır
Söner mi sönmez mi bilmem

Adı Yılmaz kendi Yılmaz
Makamı yok dem tutulmaz
Dağlara soru sorulmaz
Döner mi dönmez mi bilmem.



Ah Ulan Rıza

Yusuf Hayaloğlu

Neden halâ gelmedi, yoksa
Saati mi şaşırdı hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.

Cebimde bir lira desen yok,
Madara olduk meyhaneye!
Ah eşşek kafam benim,
Nasıl da güvendim bu hergeleye!

Gelse, balığa çıkacaktık,
Ne çekersek kızartıp birayla yutacaktık.
Kafamız tam olunca, şarkılar döktürüp
Enteresan hayâllere dalacaktık.

Bu sandalı geçen hafta denk getirip
Çalıntıdan düşürdük.
Arkadaşlar ısrar etti,
Biz de, iyi olur, bize uyar diye düşündük.

Saat sekizde gelecekti,
Bana birkaç milyon borç verecekti.
Yoksa o nemrut karısı kaçtı da
Onun peşinden mi gitti?

Eğer öyleyse yandık,
Gudubet gene yaptı yapacağını!
Geçen sene de merdivenden itip
Kırmıştı Rıza'nın bacağını.

Abi, kadında boy şu kadar;
Kalça fırıldak, göz patlak, kafa çatlak!
Korkuyorum, bir gün ya kendini asacak,
Ya horlarken Rıza'yı boğacak!

Bak, şimdi acıdım, aşkolsun adama,
Ben olsam, vallahi baş edemem!..
Hele beş tane velet var ki boy-boy,
Allah'tan düşmanıma dilemem!

Aslında iyi çocuktur Rıza,
efendi huyludur,
Herkesin suyuna gider.
Yoksa, kalıba vursan hani,
Tek başına on tane adam eder!

Bir keresinde, hiç unutmam
Üç-beş zibidi haraca dadandı;
Rıza, sandalyeyi kaptığı gibi
Herifleri hastaneye kadar kovaladı!

Aynı mahallede büyüdük,
aynı kızları sevdik,
Aynı kafadaydık.
Orta ikiden bıraktık,
 matematik ağır geliyordu,
Biz, başka havadaydık.

Aynı gömleği giyer,
aynı sigaraya takılır,
Aynı takımı tutardık.
Fener'in her maçına iddialaşıp
Millete az mı yemek ısmarladık!..

Bir tek askerde ayrıldık,
Bana Bornova düştü, ona Gelibolu.
Döner dönmez evlendirdiler,
En büyük salaklığı da bu oldu!..

Bense hiç düşünmedim,
zaten param yoktu.
Hep tek tabanca gezdim.
Benim beğendiğimi anam istemedi,
Onun gösterdiğini ben sevmedim.

Neyse, bunlar derin mevzu...
Anlaşıldı, bu herif artık gelmeyecek.
Ufaktan yol alayım
Anam evde yalnız, şimdi
merağından ölecek!..

Gittim, vurup kafayı yattım;
Rüyamda gördüm,
gülümseyerek geldiğini.
Ne bilirdim, yolda kamyon çarpıp
Hastaneye kavuşmadan can verdiğini!..

Vay be Rıza!..
Sonunda sen de düşüp gittin
Azrail'in peşine!
Dün, boşuna günahını almışım,
Ne olur, kızma bu kardeşine!

Öğlen kahvede söylediler,
Rıza öldü, dediler
Ne kolay söylediler!
Sanki dev bir taş ocağını
Kökünden dinamitleyip
üstüme devirdiler!

Ah dostum... o kocaman gövdene
O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?
O zalim tabutun tahtalarını
Senin üstüne nasıl böyle çivilediler?

Yani sen şimdi gittin, yani yoksun,
Yani bir daha olmayacak mısın?
Yani bir daha borç vermeyecek,
Bir daha bira ısmarlamayacak mısın?

Peki, beni kim kızdıracak,
Kim zar tutacak,
kim ağzını şapırdatacak?
Peki, beni bu köhne dünyada
Senin anladığın kadar kim anlayacak?

Ulan Rıza... ne hayâllerimiz vardı oysa,
Ne acayip şeyler yapacaktık...
Totoyu bulunca dükkân açacak,
Adını Dostlar Meyhanesi koyacaktık.

Talih yüzümüze gülecekti be!..
Karıyı boşayıp sıfır mersedes alacaktık.
Hafta sonu iki yavru kapıp
Boğaz yolunda o biçim fiyaka atacaktık!

Ah ulan Rıza... bu mahallenin,
Nesini beğenmedin de
öte yere taşındın?
Ara sıra gıcıklaşırdın ama inan ki,
Benim en kral arkadaşımdın!..

Ah ulan Rıza... ben şimdi,
Bu koca deryada
tek başıma ne halt ederim?
Senden ayrılacağımı sanma,
Bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim!..



ANNE

Yusuf Hayaloğlu

Suskun görünsem de
fırtınalı ve mağrurdum anne..
Bir mızrak gibi aynada
hep dik durdum anne,
Ben sana hiçbir gün laf getirmedim,
leke sürmedim,
Ama göğsümü çok hırpaladım,
Kalbimi yordum..
Ben hayatım boyunca
en çok kendimi sordum..

Sen beni göğsünde
hep acılarla mı soğurdun anne,
Yoksa evlat diye
koca bir taş mı doğurdun anne,
Bir senin mi balına sinek kondu, söylesene,
Doğurdun da beni ne ile yoğurdun anne?

Benim hiç hayalim olmadı anne,
Ne seni rahat ettirdim,
ne kendim ettim rahat,
Bir mutluluk fotoğrafı bile
çektirmedi bu hayat,
Kaybolmuş bir anahtar kadar sahipsizim anne,
Ne omuzum da bir dost eli,
ne saçımda bir şefkat..

Say ki, yollardan akan şu faydasız
çamurdum anne,
Say ki, ıslanmaktım, üşümektim,
Say ki, yağmurdum anne..
Bunca yıldır gözyaşını
hangi denizlere sakladın,
Oy ben öleyim,
sen beni ne diye doğurdun anne?

Benim hiç sevgilim olmadı anne,
Ne bir yuva kurdum,
ne bir gün şansım güldü..
Öpemeden bir bebeğin gıdısını,
Tükendi gitti çağım..



AYRILIĞIN HEDİYESİ

Söz : Yusuf Hayaloğlu
Müzik : Ahmet Kaya

Şimdi saat sensizliğin ertesi
Yıldız doğmuş gökyüzü ay aydın
Avutulmuş çocuklar çoktan sustu
Bir ben kaldım tenhasında...
Gecenin avutulmamış ben.

Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
Ki bu yaşlar utangaç boynunun
kolyesi olsun
Buda benim sana
ayrılırken hediyem olsun.

"Soytarılık etmeden
güldürebilmek seni
Ekmek çalmadan doyurabilmek
Ve haksızlık etmeden
doğan güneşe
Bütün aydınlıkları içine
sezebilmek gibi
Mülteci isteklerim oldu
ara sıra biliyorsun
Şimdi iyi niyetlerimi bir bir
yargılayıp aşıyorum
Bu son olsun, son olsun."

Şimdi saat yokluğunun belası
Sensiz gelen sabaha günaydın
İşi gücü olanlar çoktan gitti
Bir ben kaldım voltasında gecenin
Hiç uyumamış ben.

Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
Ki bu yaşlar utangaç
boynun kolyesi olsun
Bu da benim sana
Ayrılırken hediyem olsun.

"Kafamı duvara vurmadan
tanıyabilmek seni
Beyninin icindekileri anlayabilmek ve
Yitirmeden yüzündeki anlık
tebessümü
Bütün saatleri öyleyse
Dondurabilmek için
Çıldırasıya paraladım kendimi
Lanet olsun
Artık sigarayı üç pakete
çıkarttım günde
Olsun gözüm olsun,
ne olacaksa olsun..."



BAŞIM BELADA

Söz : Yusuf Hayaloğlu
Müzik : Ahmet Kaya

Bugün düşünemeyeceğin kadar
başım belada
Köşe başları tutulmuş
üstelik yağmur yağmada
İler-tutar yani yok
Fişlenmişim adım-eşkalim bilinmekte
Üstelik göğsümde yani tam şuramda
Kirli sakalıyla bir eşkıya gezinmekte

Başım belada
Adamın biri vurulmuş sokakta
Cebinde adresim bulunmuş
Başım belada
Tabancamı unutmuşum helada
Nerden baksan tutarsızlık
Nerden baksan ahmakça

Sevdim inanamayacağın kadar
seni esmer kız
Kirpiklerimde çırpınan
şu tuzlu gözyaşımda
İhanetin adı yok
Neylersin ki çember daralmakta
Şimdilik hoşçakal yaban çiçeğim
Yasal mermisiyle
bir komiser yaklaşmakta.

Başım belada
Adamın biri vurulmuş sokakta
Cebinde adresim bulunmuş
Başım belada
Tabancamı unutmuşum helada
Nerden baksan tutarsızlık
Nerden baksan ahmakça



Baş kaldırıyorum

Söz : Yusuf Hayaloğlu
Müzik : Ahmet Kaya

Cevap veriyorum
Eli böğründe analardan
Mahpuslardan ve acılardan
Çokça bahsediyorum
Çünkü başını kuma
Saklayanlardan tiksindim
Başkaldırıyorum.

Yine söylüyorum
Kırmızı rujlu sokakların
Aşağılık pazarlıkların
Adı anılmayacak benle
Bir çiçeğim halk ormanında fışkırdım
Başkaldırıyorum.

Ben bir bıçak ucuyum
Kavga vermiş halkına
Başkaldırıyorum işte/hey
Varın benim farkıma.

Yine söylüyorum;
Gözü bağlanmış korkulardan
Yasaklardan baskılardan
Asla irkilmiyorum
Çünkü kan emici yarasadan çıldırdım
Başkaldırıyorum.

Yemin ediyorum;
Üç kağıtçının pezevengin
Teslimiyetin ve milletin
Yolu uğramayacak bana
Bir dalgayım halk denizinde köpürdüm
Başkaldırıyorum.

Ben bir namlu ağzıyım
Omuz vermiş halkına
Başkaldırıyorum işte/hey
Herkes varsın farkına.
BENİ VUR
Söz : Yusuf Hayaloğlu
Müzik : Ahmet Kaya
Bir ince pusudayım
Yolumun üstü engerek
Bir garip akşamdayım
Sırtımı gözler tüfek.

Ben senin sokağına
Ulaşamam, dardayım
O mazlum gözlerine
Bakamam, firardayım.

Oysa ben bu gece, yüreğim elimde
Sana bir sırrımı söyleyecektim
Şu mermi içimi delmeseydi eğer
Seni alıp götürecektim.

Beni vur... beni onlara verme
Külümü al, uzak yollara savur
Dağılsın dağlara,
dağılsın bu sevdamız öykümüz
Ama sen ağlama dur.

Bir ince pusudayım
Bu gece zehir zemberek
Bir yolun sonundayım
Sessizce tükenerek.

Ah, senin ellerine
Uzanamam, yerdeyim
O masum hayallere
Varamam ölmekteyim.



BİR ANKA KUŞU

Söz : Yusuf Hayaloğlu
Müzik : Ahmet Kaya

Yüzlerce soğuk namlu üzerime çevrildi
Yüzlerce demir tetik aynı anda gerildi
Anne, beni söğüdün gölgesinde vurdular
Öpmeye kıyamadığın oğlun yere serildi.

Üşüştü birer birer çakallar üzerime,
Üşüştü her bir yandan göğsüme, ciğerime.
Anne, beni leş gibi yiyip talan ettiler,
Teşhis edilmek için savurdular önüne.

"Yeryüzündeki acıların
Hepsini, hepsini tattım
Heder oldum, ekmeğime tütün kattım
Beni milyon kere yaktılar üst üste
Bir Anka kuşu gibi anne
Kendimi külümden yarattım.”

Geceler tanır beni; konarım göçerim ben
Geceler tanır beni; kan damlar içerim ben
Anne, sen beni unut karanlığın bağrında
Kırmızılar ekerim, siyahlar biçerim ben.

Suçüstü yakalandım bölüşürken kalbimi
Suçüstü, kelepçeyle yardılar bileğimi
Anne, ben diyar diyar umudun savaşçısı
Bir tutam sevgi için dağladım gözlerimi.

”Promethus' tüm,
çiviyle çakılırken taşlara
Ciğerimi kartallara yedirdim
Spartaküs'tüm, köleliğin çığlığında
Aslanlara yem oldum, tükendim
Kör kuyuların dibinde Yusuf'tum
Kerbela çölünde Hüseyin
Zindanlarda Cem Sultan,
sehpada Pir Sultan
Kaçıncı ölmem, kaçıncı dirilmem bu
Tanrılardan ateş çaldım
Yüzyıllarca tutuştum,
üst üste yandım.
Bir Anka kuşu gibi anne,
bir anka kuşu gibi
Kendimi külümden yarattım.”



BİR MİNİK KIZ ÇOCUĞU

Söz : Yusuf Hayaloğlu
Müzik : Ahmet Kaya

Ona her gün rastlardım,
kuyruğun bir ucunda
Bir minibüs parası,
sımsıkı avucunda

Uykusuna doymamış,
kırpışan gözleriyle
Anlarsa baktığımı,
başı inerde öne.

Bildiğim kadarıyla
ölmüş anne babası
Okulundan koparıp
 işe koymuş ablası

Ne rüyalar görürdü
kim bilir yol boyunca
Hep gülümserdi yüzü
ansızın uyanınca.

Bir minik kız çocuğu,
saçları darmadağın
Yollarda yalın ayak üşür..
üşür... üşür elleri...

Meraklandım bir kaç gün
durakta görmeyince
Tanıyanlar söyledi
inanmadım ilk önce.

Dalmış bir gün rüyaya
mavi önlük içinde
Fabrika değil sanki,
bir okul bahçesinde.

İşte o an dişliler kapmış iki elini
Böyle ödemiş yavrum
rüyanın bedelini.

Tebessüm donup kalmış
ağzının kenarında
Solu vermiş minik kız
henüz ilk baharında.

Bir minik kız çocuğu,
bir minik kuş yüreği
Ölümün kucağında üşür...
üşür... üşür elleri...



BİR ACAYİP ADAM

Söz : Yusuf Hayaloğlu
Müzik : Ahmet Kaya

Suphi Suphi bir acayip adam
Suphi Suphi benim canım ciğerim
Kimse bilmez nereli olduğunu
Suphi Suphi bir acayip adam
Suphi Suphi susar akşam oldumu
Bir cebinde das Kapital
Bir cebinde das Kapital
Bir cebinde kenevir tohumu
Suphi Suphi bir acayip adam
Suphi Suphi benim canım ciğerim.

“Fırtınadan arta kalmış bir teknede
Tevekkül içinde, görkemli sakalı
Ve iğreti parkasıyla
Gizlediği macerasıyla
Bir acayip adam yaşardı
Akşamları susardı
Ben konuşsam kızardı
Bir sürgün kasabasıydı
Bir eski zamandı, Hazirandı
Çocuktum evden kaçmıştım
Gelip ona sığınmıştım
Küçücük bir koydu sığdı
Burayı keşfeden belki oydu
Uzaktan kasabanın ışıkları yanardı
İçim anneyle dolardı ağlardım
Suphi şöyle bir göz atardı
Gizli bir Cigara sarardı ağlardı
Sonra barışırdık ben flüt çalardım
Cigara sönerdi ağlardık
Nerden geldiğini bilmezdim
Kimsesizdi belki kimliksizdi
Onun macerası onu ilgilendirirdi
Kimseye ilişmezdi
Bir şeylere küfrederdi hep
Tedirgin bir balık gibi uyurdu
Bazen kaybolurdu arardım
Yağmurun altında dururdu
Bir kalın kitabı vardı cebinde dururdu
Hergün okurdu ben bir şey anlamazdım
Kapağını seyreder duymazdım
Sakallı bir resimdi kimdi
Ne kadar mütebbessimdi
Sordum Birgün Suphi’ ye
Söylediklerini niye anlamıyorum diye;
Bildiklerini, dedi, yüzleştir hayatla
Ve sınamaktan korkma,
Doğruyla yanlışı o zaman ayırabilirsin
Ve onu anlayabilirsin
Sonra gülerdi
Günlerim yüzlerce ayrıntıyı
merak etmekle geçerdi
Sonra yine akşam olurdu Suphi susardı
Ben konuşsam kızardı
tekneye martılar konardı
Yüreğim Suphi’ ye yanardı ağlardım
Suphi denize tükürürdü
gökyüzünü tarardı ağlardı
Sonra barışırdık ben flüt çalardım
Yıldız kayardı ağlardık.”

Suphi Suphi bir acayip adam
Suphi Suphi benim canım ciğerim
Kimse bilmez nereli olduğunu
Suphi Suphi bir acayip adam
Suphi Suphi susar akşam oldumu
Bir cebinde das Kapital
Bir cebinde das Kapital
Bir cebinde kenevir tohumu
Suphi Suphi bir acayip adam
Suphi Suphi benim canım ciğerim.

“Bir sürgün kasabasıydı
Bir eski zamandı hazirandı
Çocuktum evden kaçmıştım
Gelip ona sığınmıştım
Bir gün aksilik oldu annem beni buldu
Suphi kaçıp kayboldu
Kasaba çalkalandı olay oldu
Ben sustum kanım dondu
Polisler onu bulduğunda tekti felaketti
Herkes meydanda birikti
Karakoldan içeri girerken sanki mağrur bir tüfekti
Ansızın dönüp bana baktı,
Anladın mı, dedi
Anladım dedim, anladım
Ve o günden sonra;
Hiç bir zaman, hiç bir yerde, hiç ağlamadım...”



BİR VEDA HAVASI

Söz : Yusuf Hayaloğlu
Müzik : Ahmet Kaya

Vakit tamam seni terk ediyorum
Bütün alışkanlıklardan öteye
Yorumsuz bir hayatı seçiyorum
Doymadım inan kanmadım sevgiye.

Korkulu geceleri sayar gibi
Birdenbire bir yıldız kayar gibi
Ellerim kurtulacak ellerinden
Bir kuru dal ağaçtan kopar gibi.

Aşksa bitti gül ise hiç dermedik
Bul kendine kuytularda hadi dal
Seninle bir bütün olabilirdik
Hoşçakal gözümün nuru, hoşçakal
Hoşçakal canımın içi, hoşçakal.

Vakit tamam seni terk ediyorum
Bu incecik bir veda havasıdır
Parmak uçlarına değen sıcaklığı
İncinen bir hayatın yarasıdır.

Kalacak tüm izlerin hayatımda
Gözümden bir damla yaş aktığında
Bir yer bulabilsem seni hatırlatmayan
Kan tarlası gelincik şafağında.

Ölümse korktun savaşsa hep kaçtın
Vur kendini korkularda hadi al
Sen bir suydun sen bir ilaçtın
Hoşçakal canımın içi, hoşçakal
Hoşçakal gözümün nuru, hoşçakal
Sen bir suydun sen bir ilaçtın
Hoşçakal iki gözüm, hoşçakal
Hoşçakal canımın içi, hoşça kal...



BİRAZDAN KUDURUR DENİZ

Yusuf Hayaloğlu

Birazdan kudurur deniz
Birazdan dalgaların sırtından
Üst üste fışkıran rüzgarlar
Bir intikam gibi saldırınca üstüne.
Yüzüne şarkılar çarpar, yüzüne şiirler çarpar, ağlarsın
Sen artık, sen artık buralarda duramazsın.

"Artık sazın bağrı mı olur
Kimsenin bilmediği bir ağrı mı
Gider kendine gömülürsün
Yoksa bu şehir bu sokaklar
Seni alır kullanır seni alır kullanır
Santim santim çürürsün."

Bazen bir uçurum kalır
Bazen de martıların ardından
Velvele koparan bir leş kalır
Bir intihar gibi puşt olunca sevdalar.
Sırtını duvara yaslar, sırtını ağaca yaslar susarsın
Sen artık hiçbir sözü, hiçbir sözü kaldıramazsın.

"Şimdi bir yeni sevda mı olur
Kimsenin kapını çalmadığı bir inziva mı
Tutar sıfırdan başlarsın
Yoksa bu ilişkiler bu zaaflar
Seni yiyip bitirir, seni yiyip bitirir
Dirhem dirhem azalırsın."



BİZ ÜÇ KİŞİYDİK

Yusuf Hayaloğlu

Biz üç kişiydik; Bedirhan,
Nazlıcan ve ben
Üç ağız, üç yürek,
üç yeminli fişek...
Adımız bela diye
yazılmıştı dağlara taşlara
Boynumuzda ağır vebal,
koynumuzda çapraz tüfek.

El tetikte kulak kirişte
ve sırtımız toprağa emanet
Baldıran acısıyla
ovarak üşüyen ellerimizi
Yıldız yorgan altında
birbirimize sarılırdık
Deniz çok uzaktaydı
ve dokunuyordu yalnızlık.

Gece uçurum boylarında,
uzak çakal sesleri
Yüzümüze, ekmeğimize,
türkümüze çarpar geçerdi
Göğsüne kekik sürerdi Nazlıcan,
 tüterdi buram buram
Gizlice ona bakardık,
yüreğimiz göçerdi.

Belki bir çoban kavalında
yitirdik Nazlıcan' ı,
Ateşböcekleriyle bir oldu
kırpışarak tükendi.
Bir narin kelebek ölüsü
bırakıp tam ortamıza,
Kurşun gibi, mayın gibi
tutuşarak tükendi...

Oy Nazlıcan vahşi bayırların maralı
Nazlıcan saçları fırtınayla taralı
Sen de böyle gider miydin
yıldızlar ülkesine
Oy Nazlıcan... oy can evinden yaralı.

Nazlıcan serin yayla çiçeği
Nazlıcan deli dolu heyecan
Göğsümde bir sevda kelebeği
Nazlıcan ah Nazlıcan...

Artık yenilmiş ordular kadar
eziktik, sahipsizdik
Geçip gittik,
parka ve yürek paramparça
Gerisi ölüm duygusu,
gerisi sağır sessizlik,
Geçip gittik,
Nazlıcan boşluğu aramızda.

Bedirhan'ı bir gedikte
sırtından vurdular
Yarıp çıkmışken
nice büyük ablukaları
Omuzdan kayan
bir tüfek gibi usulca
Titredi ve iki yana düştü kolları.

Ölüm bir ısırgan otu gibi
sarmıştı her yanını
Devrilmiş bir ağaçtı
ay ışığında gövdesi
Uzanıp bir damla yaş ile
dokundum kirpiklerine
Göğsümü çatlatırken
nabzımın tükenmiş sesi.

Sanki bir şakaydı bu,
birazdan uyanacaktı,
Birazdan ateşi karıştırıp
bir Cigara saracaktı
Oysa ölüm sadık kalmıştı
randevusuna ah
O da Nazlıcan gibi
bir daha olmayacaktı.

Ey Bedirhan; katran g
ecelerin heyulası,
Ey Bedirhan; kancık
pusuların belası
Sen de böyle bitecek
adam mıydın, konuşsana...
Ey Bedirhan ey mezarı kartal yuvası.

Bedirhan mor dağların kaçağı
Bedirhan mavi gözleri şahan
Zulamda suskun gece bıçağı
Bedirhan ah Bedirhan.

Biz üç kişiydik
Üç intihar çiçeği
Bedirhan, Nazlıcan ve ben
Suphi...
 

 
< Önceki   Sonraki >
Loading...
Webdesign by Webmedie.dk Webdesign by Webmedie.dk